4 Ekim 2013 Cuma

Yılbaşı Ağacı Süsleme Geleneği Türklerden mi Geliyor ?

Her yıl Hz. İsa 'nın doğumu, noel ismi ile bayram olarak kutlanır. Bu doğum jülyen takvimine göre 25 aralığa denk gelir. Bu yüzden de noelin başlangıcı, bu tarihtir. Ancak Ermeni Kilisesi gibi bazı doğu Ortodoks kiliseleri 6 ocakta da kutlarlar. 

Noel zamanında bazı ritüeller yapılır. Bu dönemde korolar tarafından noel ilahileri söylenir, noel ağaçları ve evler süslenir, noel gecesi çocuklara hediye bıraktığı düşünülen noel baba kişiselleştirilir, tebrik kartları atılır ve yemekler yenilir. Bu yemekler değişkenlik göstermekle birlikte genelde hindi ve sosistir, tatlı olarak da kekik üzerine brengi dökülerek oluşturulan noel pudingi yapılır.

Ancak yapılan bu ritüellerden biri var ki hristiyan kültü ile tamamen alakasız olup eski Türklerdeki pagan anlayışından gelmektedir. Bu anlayış günümüzde hristiyan adeti olarak görülüp, yapılmasının sakıncalı ve günah olduğu düşünülen çam ağacı süsleme kültüdür. 

Bu çam ağacı süsleme geleneğinin kökeni ağaç ve güneş kutsallaştırmalarından gelir. Eski Türklerde yerin göbeğinden göğe kadar yükseldiği düşünülen bir hayat ağacı vardı. Bunun üzerinde ise gök tanrısı Ülgen 'in olduğu düşünülüyordu. Bir başka kutsal kutsal ise güneşti. Güneşe tapılmıyordu fakat önemi büyüktü. Bu yüzden günlerin  tekrar uzamaya başladığı, güneşin savaş içinde olduğu geceyi yendiği ve tekrar kendini gösterdiği 22 aralık günü bayram kabul edilirdi. Bu bayramda, o dönemlerde Türklerin yaşadığı bölgeye özgü bir ağaç olan akçam alınır eve konulur ve süslemek sureti ile donatılırdı. Tanrının o yıl verdiği güzel yaşama şükür amaçlı, ağacın altına çeşitli hediyeler konulurdu. Gelecek yıl için niyaz ettikleri şeyler için ise adak mahiyettinde, çeşitli kurdeleler ve paçavralar bağlanırdı. Bu bayram sırasında büyük kutlamalar yapılırdı. Bu kutlamalar sırasında aile büyükleri ziyaret edilir, özel yemekler yapılır, yeni ve temiz giysiler giyilirdi.

Bu ağaç süsleme geleneğinin hristiyanlık ile bir ilgisi yoktur, tamamen pagan Türk kültü ile ilgilidir. İznik 'te 325 yılında yapılan konsülde bu adeti paganlıktan arındırmak için karar almışlardır. İsa 'yı güneş olarak kabul ettikleri için, güneş doğumu anlayışı ile İsa 'nın doğumu anlayışını benzeştirerek, bu geleneği hristiyan geleneğine dönüştürmüşlerdir.

Bu gelenek ilk defa 16 yy. sonlarında ilk defa Almanlarda kullanılmıştır. Daha sonra Almanlardan Fransızlara geçerek hristiyan dünyasına yayılmıştır.


5 Eylül 2013 Perşembe

Geçmişten Günümüze Öğrenci Olaylarının Tarihçesi

Son dönemlerde sizde pek hala farkındasınızdır ki, gündemdeki birçok olayın yörüngesini belirleyen grup genelde öğrenciler oluyor. Konu ile ilgili gazete, televizyon ve sosyal medya bir çok yayın yapılıyor, bir çokta çözüm önerisi gündeme getiriyor. Bu çözüm önerilerinin başarılı olabilmesi için kesinlikle geçmişin iyi analiz edilmesi gerektiğini düşünüyorum. İşte bu analizin yapılabilmesi ve gündemdeki olayları daha iyi anlaşılabilmesi adına, size Tanzimat Dönemi 'nden günümüze, yaşanan öğrenci olaylarından tarihçesinden bahsetmek istiyorum. Bu bahsi değerlendirirken iki döneme ayırarak anlatacağım.


Tanzimat Döneminden Cumhuriyet Dönemine Kadar Olan Dönem 


Türkiye 'de meydana gelen ilk öğrenci hareketinin, 1876 yılında gerçekleşen ''Talebe-i Ulum Hareketi'' olduğunu görüyoruz. Bu olayın sebebi ise Sultan Abdülaziz döneminde devletin ekonomik yapısının kötüye gitmesi ve 1875 yılında Sırbistan, Romanya, Karadağ, Ege adaları ve Mısır 'da yaşanan isyan hareketleridir. Bu isyan hareketi sonrası Avrupalı devletlerin müdahalesi gerçekleşmiştir. Bu müdahaleden rahatsız olan Fatih Medresesi öğrencileri 9 Mayıs 1876 'da gösteri yapmaya başlar. Bu gösteriler ardından 30 Mayıs 1876 ' da darbe olur ve Sultan Abdülaziz tahttan indirilerek yerine V. Murat padişah ilan edilir.

II. Meşrutiyet 'in ilanından sonraki dönemde ülke yönetiminde söz sahibi olan, İttihat ve Terakki yönetimine karşı hoşnutsuzluklar oluşmuştur. Gazeteci  Fehmi Bey 'in İttihatçılar tarafından öldürülmesi sonrası, askeri birliklerin ve medrese öğrencilerinin katılımı ile birlikte bir ayaklama başlamıştır. Bu olay tarihe 31 Mart Vakası olarak geçer. Bu olay sonunda II. Abdülhamit 'in yerine V. Mehmet geçmiştir.


Yine 15 Mayıs 1919 ' da İzmir 'in Yunanistan Krallığı tarafından işgal edilmesi, öğretim üyeleri ve öğrenciler tarafından büyük bir tepki ile karşılanmıştır. 19 mayısta  İstanbul Fatih 'de  ve 23 mayısta Sultanahmet Meydanı 'ında iki büyük miting gerçekleşmiştir. Öğrenciler bu mitingde ulusal bilinci ayağa kaldırıp, örgütlenerek savaşa katılmışlardır.

Cumhuriyetin İlanından Günümüze Kadar Olan Dönem


Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra ''Darülfünun Öğrenci Birliği' kurulmuştur. Bu birlik çeşitli olayları protesto etmek için miting yapmıştır. 1924 'de İstanbul tramvay şirketini protesto için, 1928 'de yerli malını teşvik için, 1934 'te Sofya 'da ki Türk mezarlarını tahrip eden Bulgarları protesto için mitingler düzenlemişlerdir. 1937 'de ise çeşitli kampanyalar yürütülüp yurdun farklı yerlerinde Hatay için mitingler yapılmıştır. 1938 yılında ise Taksim 'de toplanarak, Atatürk 'ün eseri olan Türkiye Cumhuriyeti 'ni yaşatmak için and içmişlerdir.

1944 yılında İstanbul Üniversitesi içinde '' İlerici Gençler Birliği '' kurulmuştur. Bu birliğe üye 50 kişilik grup gizli siyasal çalışmalarından dolayı tutuklanmış ve öğrenciler arasındaki siyasal bloklaşma ilk defa bu dönemde ortaya çıkmıştır.

1949 yılında Londra olimpiyat filminde Türk güreşçilerin yer almaması, Türkiye - Yunanistan maçları sırasında sporcuların tahribata uğraması ve İstanbul Belediyesi 'nin pasoları kaldırması, öğrencilerin tepkisini çekmiş ve gösterilerine neden olmuştur.

1950 yılında ise Kıbrıs olayları  protesto edilmiş, Mareşal Fevzi Çakmak ve Kore şehitleri için anma törenleri yapılmıştır.

Atatürk ile ilgili konularda öğrenciler her zaman hassas olmuşlardır. Bununla ilgili 1951 yılında Kırşehir' de Atatürk büstünün kırılışı ve 1959 yılında Büyükdoğu dergisinde Atatürk adına yapılan karalama çalışmaları için  amaçlı çeşitli protestolar yapılmıştır.

1960 yılında ise irticai faaliyetlere karşı yoğun bir tepki gösterilip protestolar yapılmıştır.


1970 'li yıllar Türk Silahlı Kuvvetleri 'nin hükümeti istifaya zorlayıp, darbe eylem planları yaptığı yıllara denk gelir. Bu dönemde ciddi sağ-sol çatışmaları görülür. Bu çatışmalar 1971 sonrası terör boyutu kazanmıştır. Öğrenci olaylarının en yoğun yaşandığı dönem bu dönemdir. Ayrıca bu kargaşa döneminde üniversitelerin özerkliği elinden alınmıştır. Bu kaos ortamı 1980 'lerin başına kadar devam etmiştir.

1980 'lerin başında üniversitelerin tekrar özerklik kazanması ile birlikte öğrenci olayları azalmıştır. 

2000' li yıllarda ise parasız eğitim için yapılan protestolar dikkati çeker. Yine çeşitli siyasal olayların bir çoğunda öğrencileri görebiliriz. Özellikle Ankara bu tür siyasal olayların merkezi durumundadır. 2011 yılında ise örgün öğretim harçlarının kaldırılıp, ikinci öğretim harçlarının devam etmesi kararı almıştır. Bu özellikle ikinci öğretim öğrencileri tarafından büyük tepkilerle karşılanmıştır. Yurdun çeşitli yerlerinde Taksim Meydan 'ı başta olmak üzere eylemler yapılmıştır.

2013 yılına gelindiği zaman ise şu an gündemimizi hala meşgul etmekte olan Gezi Parkı olayları içindeki, öğrenci hareketlerini görüyoruz. Fakat bu karmaşık ve uzun konuyu daha sonraki yazılarımda ayrıntılı bir şekilde değerlendireceğim için derine inmek istemiyorum.

Görüldüğü gibi Tanzimat 'tan günümüze kadar süre gelen dönemde, toplumu ilgilendiren birçok olayın savunucusu öğrenciler olmuştur. Buna rağmen ülkede oluşan tüm sosyal ve siyasal olaylarda en çok ezilen ve en az değer gören kurum olduğunu görüyoruz.


2 Eylül 2013 Pazartesi

Tüm Zamanların En İyi Film Müzikleri

Film izlemeyi seven birçok kişi iyi bilir ki, bir filmi mükemmelliğe ulaştıran ayrıntılardan biri de o filmin müzikleridir. Bir çok film, müziği ile efsaneleşmiştir. İnternette film müziklerini incelediğimde yapılan paylaşımlarda, lirikal ile enstrümantal müziğin birbirine karıştırılarak sıralandığını gördüm. Lirikal olanlar, bir sanatçının albümünde bulunan ve dizi içinde kullanılmış olan besteler iken, enstrümantal müzik, film için bestelenen müziktir. Farkı anlamak için lirikal olana şarkı, enstrümantal olana müzik diyerek benzeşim yapılabilir. İkisi arasındaki ayrımı yaparak, size en beğendiğim film müziklerinin, sıralamasız listesini paylaşacağım. Film isimlerinin üzerine tıklayarak müziklere ulaşabilirsiniz.

Lirikal;

Fight Club : Pixies - Where Is My Mind
Leon ; The Professional : Sting - Shape of My Heart
Rocky : Survivor - Eye of Tiger
Pulp Fiction : Dick Dale and His Del Tones - Miserlou
Kill Bill : Nancy Sinatra - Bang Bang 
Goal : 3 Doors Down - Here Without You
Slumdog Millionaire : The Pussycat Dolls
Desperado : Los Labos - Canción Del Mariachi
Skyfall : Adele - Skyfall
Titanic : Celine Dion - My Heart Will Go On

Enstrümantal;

İntouchables 
Requiem For a Dream
The Good, The Bad, and The Ugly
Braveheart 
Lord of The Rings
Gladiator
The Last of The Mohicans
Godfather 
Kill Bill
American Beauty






30 Ağustos 2013 Cuma

Sümer Dini ile Semavi Dinler Arasındaki Benzerlik

Sümer tabletleri incelendiğinde, Sümer dini ile bugünkü semavi dinler arasında birçok benzerlik görülür. Tanrı inancı, tam olarak günümüzdeki gibi olmasada bugünkü inanç sistemine benzer yaklaşımlar görülür.

Örnek verecek olursak; Sümerler'de Tanrı şehirleri ve bütün varlıkları yarattıktan sonra insanların kullanımına bırakmıştır. Bunun bir benzer örneğini Kur'an-ı Kerim 'de de görmek mümkün. Dünya, Tanrı tarafından yaratılmış, Hz. Adem ve onun soyundan gelenlerin kullanımına sunulmuştur.

Sümer'de Tanrı Enlil insanlara kızarak Ur şehrinin yıkılmasına karar vermiştir. Gelen istilacı kavimlerin orduları tarafından Ur şehri yıkılmıştır. Bu ordular Tanrı'nın dünyadaki araçları olarak görülmüştür. Yine Tanrı Enlil, Akad şehrinin üzerine Gutiler'i göndermiş ve Agade şehri başta olmak üzere tüm Sümer halkı kırılmıştır. Benzer olayı Kur'an da da görüyoruz. Ad kavmi, Semud kavmi, Lut kavmi ve Medyen kavimlerinin yaptıkları davranışlardan dolayı Tanrı tarafından helak edilmesi bu benzerliğe örnek gösterilebilir.

Sümerde kralların nasıl sarayları varsa, Tanrılarında tapınakları vardı. Tanrılar ve insanlar arasındaki yakınlaşmayı sağlamak için basamaklı kuleler yapıldığı görülüyor. Semavi dinlerde ise bu yakınlaşmanın sağlanabilmesi için cami, sinegog ve kilise gibi ibadethanelerin yapıldığı görülüyor.

Sümer kralları Tanrı'nın vekili sayılıyorlardı. Bu da; Hristiyanlık'ta ki papalık, Müslümanlıkta ise halifelik oluşumu ile benzerlik gösteriyor.

Sümer kanunu Babil kralı Hammurabi'nin kanuna temel olmuştur. Bu kanun, Yahudi hukukunu daha sonraki dönemlerde de İslam hukukunu etkilediği görülüyor. Sümer hukuksal gelenekleri ise İbranilerin Talmud kanunları ile benzerlik gösteriyor.

Yahudilerdeki 10 emir Sümer kanunu ile hemen hemen aynı ancak karşılaştırma yapabilmek için yeterli tablet okunamamıştır. 

Tevratta zina yapan kadının taşlanması geçiyor. Bu kuralın bir benzerine, Sümer Lagaş kralı Urukagia döneminde yapılmış bir sosyal reform metininde de rastlanıyor.

Sümer'de sosyal adaleti koruyan tanrıça insanları yılda bir defa kötü ve iyi davranışlarından dolayı yargılar. Bu inanış İslam dininde Berat Kandili olarak girmiştir.

Babil'de tüm Tanrıların kendilerine has özellikleri vardır. Tanrı Marduk, bu özelliklerin 50 tanesini kendinde toplanmıştır. Bu özelliklerin tümünün Marduk'ta toplanması, tek Tanrılı inanışa bir geçiş dönemidir. İslamda ise Allah'ın 99 özelliğinden dolayı 99 isimle adlandırılması, bu geleneğin devamı gibi görülüyor.

Sümerlerde ölülerin arkasından ağlayıp, sızlanmanın ölüleri rahatsız edeceği inancı vardır. Türkiye'de de bunun bir benzerine rastlıyoruz. ''Çok ağlayıp ölünün ruhunu rahatsız etmeyin'' sözünü duymayan yoktur.

Sümer tabletlerinde, Sümerlerin Tanrı tarafından seçilen üstün bir kavim olduğundan bahsedilir. Yahudilerin kutsal kitabı olan Tevrat'ta da, İsrailoğulları için aynı ifadeyi görüyoruz.

Kur'an da geçen bir ayette; ''Kadınlarınız sizin için bir tarladır, nasıl isterseniz öyle varın'' ifadesi yer alır. Sümer tabletlerinde kadın İslamda olduğu gibi toprak tasviri ile anlatılmıştır.

Sümerlilerde 7 sayısı çok önemlidir. Sümer tabletlerinde çok fazla yerde geçtiğini görüyoruz.
Sümer yeraltı dünyasının 7 kapısı vardır. Aynı şekilde İslam'da da cennetin 7 kapısı olduğu görülür. Yahudilikte de 7 sayısının önemli bir yeri vardır. Tevrata göre, Tanrı dünyayı 6 günde yaratmış ve 7. gün dinlenmiştir. Bu Yahudilerin kutsal günü olan cumartesiyi pazara bağlayan geceye denk gelir. Sümerlerin de 6 gün çalışıp 7. gün dinlendiğini görüyoruz.

Tüm bu bilgilere bakıldığında Sümerler'de ki Tanrı tasavvurunun günümüzdeki Tanrı inancının parçaları olduğu görülüyor. Zaman içerisinde inanç sistemi gelişerek bugünkü şeklini almıştır. Tüm dinler aynı Tanrı'ya inanmış fakat inandıkları Tanrı tasavvurunu farklı şekillerde yorumlamışlardır.


Kaynak; Muazzez İlmiye Çığ , Kuran İncil ve Tevrat'ın Sumer'deki Kökeni

29 Ağustos 2013 Perşembe

Ne İzlesek ?

Yaz tatilin başlaması ve okulların kapanması ile birlikte zamanı boşa çıkan bir çok kişiden biri de benim. Benim gibi boş zamanı bolca olan ve bu oluşan boş zamanları değerlendirmek isteyen okurlarıma öncelikli tavsiyem tabi ki de deniz ve plaja yakın bir yerde, şezlonglarına yaslanarak tatil yapıp, dinlenmeleri olacak. Ama çeşitli sebeplerden dolayı tatil yapmaktan mahrum kalmış olan okurlarım için ikinci bir tavsiyem ise bolca film izleyip, kitap okumaları. 'Ya film izleyelim, kitap okuyalım tamam da ne izleyelim ne okuyalım?' dediğinizi duyar gibiyim. Bu gün size bu iki alternatif tavsiyeden biri olan film izleme hususunda yol haritası olacak bir paylaşım sunacağım. Bu paylaşımda İMDB tarafından tüm zamanların en iyisi seçilmiş 250 filmin tür ve puanlama kategorilerinde sıralamasını bulabileceksiniz. İyi seyirler :)



28 Ağustos 2013 Çarşamba

Gecenin Filmi ; A Beautiful Mind


Oscarlı yıldız Russell Crowe 'un başrol oynadığı, Ron Howard tarafından yönetilen, altı dalda oscar aday olup dört dalda bu ödüle nail olmuş mükemmel film. Çıktığı yıl ve fragmanını çok net hatırlıyorum. Aynı yıl (2001) Yüzüklerin Efendisi filmi de çıkmıştı ve ben hangisine gitsem diye büyük kararsızlık yaşamıştım. Yayınlandığı yıl beşinci sınıftaydım, o yaşların verdiği heyecanla Yüzüklerin Efendisi filmini seçmiştim. Daha sonra çocuk yaşlarda olmam sebebi ile filme ulaşmam ve izlemem 2005 yılına kadar gecikmişti. İzledikten sonra yaşadığım  heyecan bile hala aklımda. 

Film aynı adı taşıyan kitabın senaryolaştırılarak beyaz perdeye yansıtılmış halidir. Nobel ödüllü ünlü matematikçi John Forbes Nash 'in Nobel ödülüne uzanan gerçek hayat hikayesini anlatır. Filmin konusuna gelecek olursak; Nash 1947 yılında Princeton Üniversitesi'ne matematik masterını yapmak için gelir. Sosyal konulardaki yetersizliği yüzünden buraya alışması kolay olmayacaktır. Nash derslere, beynini körelttiğini düşünerek, girmemektedir. Onun tek amacı, yeni ve tamamı ile orjinal bir düşünce bulabilmektir.

Bir gece arkadaşları ile barda eğlenirken, arkadaşlarının sarışın bir kıza gösterdiği ilgi dikkatini çeker. Aralarındaki rekabete tanık olan Nash, uzun zamandır beklediği kendi teorisinin temellerini burada tasarlar. Ve ardından modern ekonominin babası sayılan Adam Smith 'in 150 yıllık teorimini ayyuka çıkarması ile birlikte hayatı değişmeye başlar. Önce MIT 'de öğretim görevlisi olur ancak bu görev Nash 'i pek tatmin etmez. William Parcher tarafından düşman kuvvetlerinin kodlarını kıran adam olarak işe alınır. Bu esnada MIT'de ki görevi sırasında Alicia Larde ile tanışır ve ona büyük bir tutku ile aşık olur ve çok zaman geçmeden evlenirler. Alicia'dan Parcher ile yürüttükleri gizli görevi saklar. Bu gizlilik zaman geçtikçe Nash'e zarar vermeye başlayacaktır. Nash öğrencilik yıllarından itibaren başlayan paranoid şizofrenin esiri olmuştur. Bu hastalığın ortaya çıkmasının ardından hastanede uzun süre tedavi görür. Dehası sayesinde bu durumla yaşamaya uyum sağlayıp, kendisini tedavi eder. Eşinin desteği ile birlikte eski hayatına zamanla geri döner. Bu geri dönüşten bir süre sonra Nash, nobel bilim ödülüne layık görülür ve bu ödülü alan ilk matematikçi olur.

Bir dahinin gerçek hayat hikayesini anlatan bu filmi pişman olmadan soluksuz izleyeceğinize eminim.



A Beautiful Mind 
İMDB Puanı: 8.0


Yapım Yılı: 2001 Gösterim Tarih:2002 Süre: 135dk Oyuncular; Russell Crowe, Ed Harris, Jennifer Connelly, Christopher Plumme, Paul Bettany, Adam Goldberg Yönetmen: Ron Howard


Atatürkçülük ve Kemalizm


Asıl olarak Atatürk 'ün fikir dünyasının ideolojik bir yorumu olan ve tek bir anlama gelen bu iki kavram Atatürk 'ün ölümünden sonraki (1938 sonrası) dönemde anlamı farklılaşmaya başlamıştır.
Kemalizm; 1920'li yıllarda Avrupalı ajanslarca ulusal kurtuluş mücadelesine verilen isimdi. Dayanağı Atatürk'ün ilke ve inkılaplarının açıklanması ve uygulanması olan bu kavram, laik ve demokratik yönetim modelinin ön gördüğü gibi, amacı temelde batılılaşmaktan ziyade çağdaşlaşmaktır. Atilla İlhan 2003 yılında Cumhuriyet Gazetesi'nde yazdığı yazıda bu dönemin çok kısa sürdüğünü ve İsmet İnönü, Recep Peker döneminin kemalizmin tefsiri olduğunu söylemiştir. Atatürkçülük'ün ise tam anlamıyla türediği yıllar 1950 sonrası darbe dönemidir. Bu dönemde devlet politikası haline getirilmiş ama savunduklarını söyledikleri, Atatürkçü düşünceyi örtbas etmişlerdir. Hatta öyleki bu örtbas ediş ve tahribata, sessiz kalamayan ve Atatürkçü kimliği ile tanınan Kemal Nadi, Kenan Evren 'in 12 Eylül darbesini Atatürkçülük adına yaptığını söylemesinin ardından ''Ben Atatürkçü Değilim'' isimli bir kitap yazmıştır. Atatürkçülük, kemalizmde olduğu gibi bir ideoloji olarak çıkmak yerine şahsa dair bir hayranlık ve putlaşma eğilimi ile ortaya çıkmış ve dogma olarak kalmıştır. Darbe dönemlerinde demokrasiye pranga vuranlar hep bu görüşün altına sığınmaya çalışmışlardır.


Başlangıçta birbirine et ve tırnak olarak bağlı ve ayrılamayacak olan bu iki kavram zaman içerisinde dahili bedhah müdahaleleri ile farklılaşma yoluna gitmiş ve değiştirilmiştir. 



1 Haziran 2013 Cumartesi

Osmanlıda Alkol, Tütün Kullanımı ve Fuhuş


Alkol, tütün satışının sınırlandırılması üzerine çıkarılan yasa tasarılarının revaçta olduğu şu günlerde, alkol tütün kullanımını Osmanlı perspektifinden inceleyip, çıkarımlar yapmak istedim. Genel sanı Osmanlı 'da bu tür kullanımların olmadığı yönündeydi. Okuduğum belgelerde pek hala kullanıldığını gördüm. Ama asıl merak ettiğim şey devlet politikasının bu konuda ne olduğuydu.

Alkol hususuna baktığımda; Osmanlı Devleti 'nde alkolün hemen her dönemde olduğunu gördüm . Kısa bir süre, Sultan IV. Murad döneminde yasaklanmış. Bu dönemde de yasaklanma amacı dini değil siyasal sebepli olmuştur. Siyasal sebebi de Sultan IV. Murad 'ın yeniçeri zorbalıklarına son verme politikasının uzantısı olması. Karar net belli, yasaklamak yerine gelir elde etmek. Kanuni Sultan Süleyman 'ın konuyla ilgili Şarap Kanunnamesi bile var.

İçki yasağı olduğu dönemlerde bile yüzyıllar boyu süre gelip 1908 'lerin sonuna kadar devam etmiş bir gelenek olan ''ayyaşlar bayramı'' bir grup İstanbullu tarafından kutlanırmış. Ramazan Bayramı 'nın ilk gününe denk gelen bu bayram en namlı esrarkeşlerin mezarları başında içilerek yapılırmış.

Abdülmecid Efendi 1920 yılında yazdığı yayımlanmayan risalesinde Osmanlı 'daki 36 padişahı değerlendirmiştir. Bu değerlendirmede Osmanlı'nın yıkılışını bazı hükümdarların içkiye olan aşırı düşkünlüğüne bağlamıştır. 

Keykavus 'un oğlu Giylanşah için kaleme aldığı öğüt kitabı olan Kabusname 'de bile, şarap içilecekse nasıl içilmesi gerektiğini anlatan öğütler yer almaktadır.

Diğer bir konu olan fuhuştan bahsedecek olursam; Osmanlı 'da fuhuşun kayıtlı tarihi 1565 yılına kadar gidiyor. Arşivlere göre bilinen ilk fahişeler Arap Fatı, Giritli Narin, Kirteli Nefise, Balatlı Ayni 'dir. Fuhuş 16 yy. öncesinde de vardır fakat belge yoksunluğundan daha geçmişi ile ilgili kaynak gösterilemediğinden bunlar kabul ediliyor.

II. Selim döneminde fuhuşu engellemek amaçlı ferman çıkartılmış fakat yine de önü alınamamış. Çamaşırcılık, kaymakçılık, esir tacirliği adı altında devam etmiştir. 1680 yılında ilk defa zina suçundan müslüman bir kadın taşlanmış.

Tarihçi Doç. İlbeyi Özer araştırmalarında devlet tarafından vergilendirilen genelev olduğunu söylüyor. Bu genel evlerinden genellikle Beyoğlu 'ndakiler gayrimüslimlere Kadıköy ve Üsküdar 'dakiler de müslümanlara hizmet ettiğini ve yaklaşık olarak 1920 genelev çalışanı olduğunu ekliyor.

Uyuşturucu konusuna gelirsek; Osmanlı 'da afyon kullanımı yaygın olduğu görülüyor. Afyona ''tiryak'' içen kişiye ise ''tiryaki'' denirdi. En çok kullanıldığı yer Süleymaniye Camii 'nin karşısında sırası ile dizilmiş olan 35 kadar kahvehanedir. 17 yy. sonundan Tanzimat 'ın başına kadar olan sürede İstanbul 'da afyon kullanmayan ilmiye mensubu pek bir az görülüyor. Süleymaniye 'de  Tiryaki Çarşısı çevresinde gece ikilere kadar afyon içilirmiş. 1723 'de Şeyhülislam fetvası ile yasaklanmış.

Bakıldığı zaman net görülüyor ki; Osmanlı 'da da özellikle o dönem  için uygun görülmeyen alkol, uyuşturucu ve fuhuş gibi davranışlar var. Buna rağmen devlet politikası her zaman yasaklamak yerine kontrol altına almak olmuştur.