4 Eylül 2016 Pazar

The Man From Earth Örneği Üzerinden Kadim Dinlerin Semavi Dinlere Etkileri


The Man From Earth bilim-kurgu, drama tarzında çekilmiş, Amerikan menşeli 2007 yapımı filmdir. Yönetmenliğini Richard Schenkman yapmış, senaryosunu Jerome Bixby kaleme almıştır. Jerome Bixby'nin ölmeden önceki son senaryosu olması da dikkat çekicidir. 38 yıllık bir çalışmanın ürünü olan bu senaryoyu Bixby, söylenenlere göre ölüm döşeğindeyken tamamlamıştır. Benzeri birçok bilim-kurgu filmine kıyasla da 200.000$ gibi düşük bir bütçe ile çekilmiş olması da bir diğer anekdottur.

Filmin konusuna gelecek olursak; John Oldman (David Lee Smith) üniversitede tarih profesörüdür. Ortada görünen hiç bir sebep yokken John üniversiteden ayrılıp taşınma kararı almıştır. Bu kararına şaşıran akademisyen arkadaşları veda etmek ve bu vakitsiz ayrılığın sebebini öğrenmek için, John'un evinde toplanırlar. İlk başta bu ayrılışın sebebi üzerine konuşmak istemez ancak daha sonra arkadaşlarının baskısına dayanamaz ve sırrını anlatır. İddiasına göre; 14.000 yaşında olan John, bir mağara adamıdır. 35 yaşına kadar yaşlanmış ve yaşlanması durmuştur. Sonraki dönemlerde ilk olarak 2000 yıl kadar Sümer’de yaşamış, Babil'de Hammurabi Krallığı'na tanıklık etmiştir. Daha sonra doğuya gider ve burada Buddha ile tanışır. Buddha'nın öğretilerini öğrendikten sonra, Kudüs'e gider. Filmin en çarpıcı noktası da zaten tam olarak bu bölümdür. Kudüs'te Buddha'dan öğrendiklerini insanlara anlatmanın ötesinde bir şey yapmazken, burada insanların kendisini peygamberleştirdiğini (ilahlaştırdığını) böylelikle Hz. İsa figürünün ortaya çıktığını iddia eder. Daha sonraki dönemlerde ise sırasıyla; Christoph Colomb ile Amerika Keşif seyahatine katıldığını, Van Gogh ile tanıştığını söyler. Hatta bu tanışıklığı, Van Gogh’ ait taklit olduğu düşünülen ancak gerçek olan bir tablo ile belgeler.

Ona veda etmek için gelen; antropolog, biyolog, arkeolog, dil bilimci, psikolog, din bilimci ve bir de öğrenciden oluşan arkadaş grubu John'un hikâyesinden etkilenmiş olmasına rağmen, inanmak istemezler ve aralarında tartışırlar. Ancak hikâyeyi arkeolog ve antropolog olan arkadaşları kritik ettiklerinde, tutarlı bir hikâyesi olduğunu görürler. John'un anlattıkları kronolojik sürece uygundur. 14.000 yıl yaşaması biyolog olan arkadaşına göre, bilimsel olarak da imkânsız değildir. Fakat John’un hikâyesinin tutarlı olmasında, birden fazla alanda doktorasının olmasının katkısı olduğunu, dolayısı ile kurgu olduğunu düşünmeye devam ederler.  John’un anlattıkları antropolojik, biyolojik, kronolojik hatta psikolojik olarak değerlendirilir. Ancak dinler tarihi açısından tutarlılığı üzerine açıklayıcı bir tartışmaya girmezler. Ben de yazımda John'un anlattıklarını, dinler tarihi perspektifinden ele alacağım.

Kadim dinleri incelediğimizde, semavi dinlerdekine benzer ritüellerin ve normların var olduğunu görüyoruz. Bunun en temel örneğini, John Oldman'ın yaklaşık 2000 yıl kadar yaşadığı Sümer dini inançlarında da görmek mümkün. Bunların bazılarını örneklendireyim. Sümerlerde kral, tanrının vekili sayılıyordu. Bu Hıristiyanlıktaki papalık, Müslümanlıktaki halifelik uygulaması ile benzerlik gösterir. Özellikle Ortaçağ’da dini liderlik ile siyasi liderlik, bu iki din açısından iç içe geçmiştir. Ayrıca birçok İslam ve Hıristiyan medeniyetinde yönetici kişi, iktidarının meşruluğunu tanrıya dayandırır ve kendine, tanrının yeryüzündeki temsilcisi sıfatını atfeder.

Sümer’de tanrı Enlil insanlara kızarak Ur şehrinin yıkılmasına karar verir. Gelen istilacı kavimler tarafından Ur şehri yıkılır. Gelen bu istilacı ordular tanrının bir helakı şeklinde görülmüştür. Yine Enlil,  Akad şehri üzerine Gutileri göndererek Sümer halkını kırdırmıştır. Benzer bir olayı Kur’an-ı Kerim’de de görüyoruz. Ad, Semud, Lut, Medyen gibi kavimler tanrıya karşı yaptıkları hatalı davranışlardan ötürü helak edilerek cezalandırılmışlardır.

Sümer kanunları, Babil kralı Hammurabi'nin kanunlarına temel oluşturmuştur. Hammurabi kanunları incelendiğinde görülür ki; İbranilerin Talmud'u ile ciddi yakınlık gösterir. Aynı şeyler Yahudilerdeki 10 Emir için de söylenebilir. Sümer tabletlerine bakıldığında, Sümer halkı için üstün kavim benzetmeleri vardır. Yine bu benzetme Tevrat'ta İsrailoğulları içinde yapılmıştır. Son olarak Babil' de tüm tanrıların kendilerine has özellikleri vardır. tanrı Marduk ise bu özelliklerin 50 tanesini kendinde toplamıştır. Bu özelliklerin tanrı Marduk'ta toplanması tek tanrılı inanca bir geçiş aşamasıdır. İslam’da da Allah'ın 99 özelliğinden dolayı, 99 ismi vardır. Bu örnekleri çoğaltabilmek mümkün.

Buddha konusuna bakacak olursak; Buddha evrensel bir düşünce insanıdır. Buddha erdemli davranışı insanlara öğütlemiş ve etik olana yönlendirmiştir. Buddha’nın öğretilerinde hayattaki acıların kaynağını açıklamak ve ıstırabı sonlandırmak amaçlı manevi bir arayış vardır. Bu düşünceleri kitleleri etkilemiştir. Ancak Buddha, hiçbir zaman kendini tanrı olarak atfetmemiştir. Ölümünden yıllar sonra insanlar Buddha'yı tanrılaştırıp ona tapmaya başlamışlardır. Buddha'nın öğretilerinin, Hıristiyan öğretilerine benzemesinden daha doğal hiçbir şey yoktur. Çünkü her iki düşünce (inanç,) sisteminde de güzel ahlak, hoşgörü, tevazu övülürken çirkin işler ve fenalık yasaklanır. Manevi bir arayış her iki düşünce sisteminde vardır. Dünyanın acılarından sıyrılıp ruhu arındırmak söz konusudur. Bu ortak bakış açısını farklı şekilde ifade etmelerine rağmen, anlatmaya çalıştıkları benzerdir.

Sonuç olarak; hakikat tektir. Bu yüzden farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda, farklı dinlerde benzer ritüellerin ve normların görülmesi, ortak paydanın olması nihai sonuçtur. Kadim dini anlayışlar ile günümüzdeki dini anlayış (semavi dinler) arasındaki farklılığın sebebi, insanların tanrı'yı algılayışındaki kısıtlılıktır. Tek olan tanrıyı ve özelliklerini yek bir şekilde tasavvur edemeyip parçalara bölerek inanmışlardır. Bu inanış kültür özelliklerindeki farklılıklarla da harmanlanıp, yorumlanınca farklı inançların olması kaçınılmaz olmuştur.

John'un Babil'de öğrendikleri ve Buddha' dan öğrendiklerinin, Hıristiyan kültü ile benzerlik göstermesi tutarlılığının işaretidir. Ancak John'un (ya da sembolize ettiği kişi ya da kişilerin) Buddha öğretileri ile Hıristiyan kültünü oluşturması ve yayması söz konusu değildir. Çünkü bu söylenenleri kanıtlayan nitelikte bir belge yoktur.  Bu kısım filmin senaryosunu yazan Jerome Bixby 'nin bilim kurgusal bakış açısıdır. Filmin bütününde söylenmek istenenler sembolik ve örtük olarak dile getirilmiştir. Bu bakış açısı da sembolik bir kurgu niteliğindedir. Ancak bütün olarak baktığımızda filmde anlatılanların birçoğunun, bilimsel niteliği vardır. Bu niteliği kazanmasında filmdeki karakterlerin statüsünün akademisyen olması dolayısıyla, akademik bir biçimde konunun ele alınması da etkilidir.

The Man From Earth klişe bilim-kurgu filmlerine takılı kalmayarak, türünün seçkin örnekleri arasında yer almış, gücünü kurgusundan alan bir düşünce filmidir. Üstelik tüm bunları düşük bir bütçe, tek bir mekân ve birkaç oyuncu ile başarmıştır. Verdiği mesajlar ve kurgusundaki orijinallik bakımından her sinemaseverin izlemesi ve üzerine düşünmesi gereken bir yapıttır.